Sagalassos

Sagalassos'un Tarihçesi

Sagalassos, Türkiye’nin en iyi korunmuş antik kentlerinden birisidir. Ağlasun’un sadece 7 km kuzeyinde yer alır. 1990 yılından beri her yaz Leuven Üniversitesi’nden, Belçikalı, Türk ve diğer ülkelerden araştırmacılardan oluşan bir bilimsel ekip, Sagalassos’ta kazı çalışmaları yürütür. En başından beri kazı ve restorasyonlarda Ağlasun’un halkı, ekiple birlikte çalışır. Açığa çıkarılmış ve restore edilmiş eserler Ağlasunluların emeklerinin eseridir.

Bugün Sagalassos’u gezenler, kentin Yukarı Agora’sında (meydanı), restore edilmiş ve suları çağlayan bir anıtsal çeşme, yaklaşık 13m. yüksekliğinde onursal sütünlar, iki kemerli kapı ve agorayı çevreleyen yapıların kalıntılarını görebilirler. Antik kentte ayrıca devasa bir Roma hamamı, bir kütüphane, suyu pınarından akan küçük bir çeşme, bir kent konağı, 9000 kişilik bir tiyatro ve şehrin bin yıllık tarihini anlatan başka pekçok eser yer alır. Kazılarda ele geçen buluntular ve dünyaca ünlü heykeller, Burdur Müzesi’nde sergilenir.

MÖ 333’te Büyük İskender’in fethettiği kent, Roma İmparatorluğu’na MÖ 25’te bağlanır ve hızla gelişir. Roma İmparatoru Hadrian’ın (MS 117-138), Sagalassos’a Pisidya eyaletinin (bugün Göller Bölgesi) birinci kenti ünvanını vermesiyle, en büyük anıtları inşa edilir. MS 600’lerin başında veba ve depremler kentin çöküşüne sebep olur ama felaketlere rağmen kentte yaşam MS 13. yüzyıla kadar sürer. Ağlasun Sagalassos’un her bakımdan bir uzantısıdır. Ağlasun adı da Sagalassos’tan gelir. Selçuklu Türkleri yöreye geldiklerinde ovaya, bugünkü Ağlasun’a yerleşirler. Merkezde bir kervansaray ve ona bağlı bir küçük hamam inşa ederler. MS 16. yüzyılda da Ağlasun’un aktif bir yerleşim olduğu ve bölgenin pazarının Ağlasun’da kurulduğu bilinir.

“Antalya’nın yaklaşık yüz kilometre kuzeyinde Burdur (ili)/Ağlasun (ilçesi) sınırları içinde yer alan ve kuzeyinde Anadolu Platosu bulunan Sagalassos, Toros dağlarının güneye bakan Ağlasun vadisi yamaçlarında denizden 1450-1630 metre yükseklikte kurulu bir antik kenttir.

Sagalassos bölgesinde insana ait ilk izler çok eskilere (MÖ 10.000) gitmektedir. Yerleşik düzene geçilen bölgede tarım yerleşimi (MÖ 4200) sonrası, Anadolu’ya gelen topluluklardan Luviler bölgede yerleşmiş; büyük imparatorlukların yıkılmasından sonra Sagalassos, Pisidyalıların yerleşim alanına girmiş, arkadan gelen Pers egemenliğini bölgeyi MÖ 333’de fetheden büyük İskender sona erdirmiştir. Sagalassos’ta, Helenistik dönemde önemli gelişmeler kaydedilmiş, ancak tam bir ihtişama, doğuda Roma egemenliğine giren diğer kentlerde (örneğin Palmira, Petra, Constantinopolis, Afrodisias, Nysa gibi) görüldüğü üzere, Roma döneminde ulaşmıştır. Roma İmparatorluğu’na MÖ 25’te bağlanan Sagalassos, hızla gelişir ve İmparator Hadrian (MS 117-138) döneminde Pisidya eyaletinin birinci kenti unvanı verilmesiyle en büyük anıtları inşa edilir. MS 6. yüzyılın başında veba ve sonrasında depremler kentin çöküntüsüne ve yalnızlaşmasına neden olmakla beraber, kentte yaşam MS 13. yüzyıla kadar devam eder. Bu sıralarda ismini Sagalassos’tan alan Ağlasun yerleşim yeri olarak gelişmeye başlar; ancak Sagalassos sessizliğe gömülür. Yeniden keşfi, Fransa Kralı XIV. Luinin 1714 yılında görevlendirilen fizikçi Paul Lucas’ın Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaptığı seyahat sırasında rastladığı, Torosların uzantısında kurulan ve geniş alana yayılan kentin ihtişamından etkilendiğini 1719 yılında yayınladığı üç ciltlik eserinin birinci cildinde anlatırken, antik tiyatronun bir çizimini de vermekte ve adının kent madalyonunda Sagalassus olarak açıklandığını da belirtmektedir. Bu keşfe rağmen, bulunduğu konum, 18. ve 19. yüzyılda Akdeniz ve Ege'de deniz kıyısında veya yakınlarında yer alan çok sayıda kazılardan ve yağmalamadan uzak kalmasında etkili olmuştur. Yine de az sayıda araştırmacının ilgisini çekmiştir; bunlardan biri olan Polonyalı Kont arkeolog, sanat tarihçisi ve kolleksiyoner Karol Lanckoronski, değişik alanlarda çalışma yapan kişilerden oluşturduğu bir ekiple 1884’de önemli araştırmalar yaptığı kente, 1885 yılında tekrar ekibini göndermiştir. Lanckoronski, ekibinin inceleme araştırmaları ile, bir talana değil, kurtarma idealine bağlı şekilde sonuçlara giden çalışmalar yapmış, Sagalassos’ta pek çok kalıntının arazi çalışmasına dayalı ilk ayrıntılı ve bilimsel tasvirleri ortaya çıkarılmıştır. Sagalossos’un ilk fotoğraflarını çekenlerden birisi Gertrude Bell’dir. Ünlü bir gezgin ve fotoğrafçı olan Bell’in 1907’de çektiği fotoğrafların yanı sıra Anadolu ile ilgili Bizans kiliseleri üzerinde de bir çalışma içeren kütüphanesi, yazışmaları ve günlükleri de korunmuştur.